• BIST 9693.46
  • Altın 2496.161
  • Dolar 32.4971
  • Euro 34.5977
  • Erzurum 18 °C
  • İstanbul 14 °C
  • Ankara 18 °C

SİZ HİÇ HODAK OLDUNUZMU

Abdurrahman Zeynal

Hodak geçmişte köylerde ergenlik çağına gelmiş erkek çocukların ziraat işlerinde babalarının bazı işlerini yapan çocuklara verilen bir isimdi. Okulların tatil olması ile başlayan herk mevsimi ile devam eden tarlaların biçilmesinde aktif görev yapan insanlara denirdi....

Erzurum ovasında iki yıl üst üste ekilen tarlalar bir yıl nadasa bırakılır, ertesi yıl Haziran başlangıcından başlayarak 30-40 gün süreyle imece usulüyle tarlalar herk edilirdi. Genellikle dört çift, beş çift, altı çift öküzden oluşan imece usulüyle tarlalar sürülür, bir yıl sonrasına hazırlık yapılırdı. Köylüler kendi aralarında böylece güç oluştururlardı.

Her bir çift öküz için 10 kilelik tarla herk edilirdi.(40 dönüm) O yaz bende artık hodak olmuştum. Herkte ailemi ben temsil edecektim. İki majgalımız(kotanı tutan kişi) vardı. Dört kişide hodaktık. Majgallar asıl işi üstlenir, kotan adını verdiğimiz (4-5-6 numaralıdırlar) aracı tutar, tarlayı herk ederlerdi.

Çocuklar ise öküzlerin boyunlarındaki boyunduruğa biner, öküzlerin hareketini sağlarlardı. Daha herge başlamadan babalarımız özellikle çarık yapmada usta olan babam manda derisinden bir çift çarık dikti. O yıllar çarık sahibi olmak günümüzde Nevzat Onay ayakkabısı giymek gibiydi. İyi hasıllanmış, manda derisinden yapılmış, çarıkları giyip herge(nadasa bırakılmış tarlanın sürülmesi)başladık.

Sabah ezanlarıyla uykudan uyanmış, gözleri cırbıtlanmış, tüm mahmurluğumuz üzerimizdeyken öküzler önce boyunduruğa samı ve sambağıyla bağlanır, sonra kotanın uzun zincirine sırayla tutuşturulur, hodaklar boyunduruğun üzerine biner, kamçılarla bir anda öküzlerin sırtına vurarak "ho" "hoooooo" diyerek başladığımız sürüm aralıksız üç, dört saat sürer, kuşlukta sürüm işine ara verilir, bir arkadaşımız hayvanları otlatırken, ekipteki majgal ve diğer hodaklar, gav(Humuslu Toprak) çanakta yapılmış, koyun sütünden mayalanmış, yoğurdu önce çalkama yapar, sonra tandırda pişmiş buğday ekmeğini yoğurdun içine doğrayarak yeme faslına geçilir, tahta kaşıklar, yoğurtta yumuşamış ekmekleri mideye indirirken, günün ilk yemeği yenilmiş olurdu.

Bir saatlik moladan sonra tekrar öküzler boyunduruğa koşulur, hodaklar boyunduruğa biner, ho hooooo.....! der ikinci fasıl başlardı. Güneş gök yüzünde yükselirken su ihtiyacımız artmaya başlar, dudaklarımız kurur, içimiz kavrulurdu.
Güneş'in etkisi artınca, giydiğimiz pamuk gibi yumuşak çarıklar, sertleşmeye, ayağımızı sıkmaya başlardı. Geçen zaman içinde öküzler acıkmış, susamış, saat 13.00 civarına gelmişken boyunduruktan açılan öküzler, hodakların ikisi nezaretinde, uzaklığı değişebilen su kaynağına doğru otlatılarak götürülür, diğer hodaklar, köye gider, yemek sırası gelen evden yemekleri alır, hızla, soğutmadan tarlaya geri dönerlerdi.

Sırası gelen ev yaptığı bir güveç yağlı yemeği, pişirdiği bir tepsi su böreğini, tandırda pişirdikleri kete ve buğday ekmeklerini bohçalayıp hodakların sırtına yerleştirir, eline bir bakraç koyun yoğurdunu eline tutuşturur, diğerine ise hodak "küzeye" doldurulmuş soğuk çeşme suyunu sırtına alarak tarlaya geri dönerlerdi. Bütün bunlar olurken tecrübeli majgallar kağnı arabasından oluşturulan çadırın gölgesinde uyuyarak dinlenirdi.

Su içmeye giden hayvanlar, tekrar otlatılarak getirilirken, artık köyden yemekler gelmiş, çadır gölgesinde sofra kurulmuştu. Sofrada kaşıklar havada uçuşurken en büyük payı majgallar yerdi. Yemek faslı bitmiş, küzeden akıtılan buz gibi sudan içilmiş, tekrar sürüm işine başlanmıştı, başlanmasına ama ayaklarımızdaki çarıklarda bir demir gibi ayaklarımızı sıkmaya devam ediyordu.

Hodakların sesleri daphan ovasında yayılırken; maniler, türküler akşama doğru şiddetini artırır, sanki bir müzikal konserin içinde kendimizi bulurduk. Erzurum türküleri yanık sesli yiğitlerin hançeresinden çıkıp semaya yükselirken, sevda çeken delikanlılar, manilerle seslerini yavuklularına ulaştırmaya çalışırdı.

Mani demeye geldim
Kaymak yemeye geldim
Meramım kaymak değil
Yarı görmeye geldim.........! Daha neler neler.

Bir iki tarla öteden

Değirmen başında vurdular beni oy
Vurdular beni oy
Kilimli çarşafa oğul oğul oğul sardılar beni
Kilimli çarşafa oğul oğul oğul sardılar beni
Vurma zalım vurma
Nar danesiyem oy
Nar danesiyem oy
Anamın, babamın oğul oğul oğul bir danesiyem
Anamın, babamın oğul oğul oğul bir danesiyem
Türküsünün nağmeleri kulaklarımıza çınlarken bir başkası
"Kümbetin derede çalı bittimi,
Acep Nevriye'me haber gitti mi...?"
ağıtlarının nakaratları yüreklerde iz bırakırdı.

İkindiden sonra güneşin etkisi geçmiş, çay içme faslına gelmişti. Tezek ateşinde demlenen çaylar, kıtlama şeker eşliğinde yudumlanırken, büyüklerin nasihatleri kulaklarımıza küpe olurdu. Ha demliklerin dışını gören günümüz insanı "a bu da ne" der asla çayı içmezdi ama o çaylar o kadar organikti ki içen bir daha bırakmazdı. Ah o tatlar..... Yok artık. Yok.

Çay faslından sonra tekrar öküzlere ho diyen hodaklar güneşin batışını, boyunduruk üzerinde seyreder, akşamın serinliğinde engin Daphan ovasında esen ılık akşam yelinin ferahlığında birazdan başlayacak uykularını düşünmeye başlardı. Yatsı ezanlarına doğru günün çalışması sonlandırılmış, öküzler boyunduruktan açılmış, majgallardan gündüz uyuyanlar öküzleri gecenin karanlığında otlatmaya götürürlerdi.

Hodaklara gelince kotanın açtığı 40 santim derinlikteki hagosta topraktan kendilerine yatak yapıp, su ile ıslattığımız otları çarıklarımızın içine koyup, topraktan yaptığımız yastığın alt kısmına gömerdik ki sabaha kadar pamuk gibi olsunlar. Ha birde fareler deriyi kemirmeye geldiklerinde duyup çarığımızı koruyalım diye.

Topraktan yaptığımız yastığa başımızı koyup, muhteşem Samanyolu galaksisini, küçük ve büyük ayı yıldızlarını seyre dalıp, kutup yıldızları söylenceleri arasında öyle derin bir uykuya dalardık ki top atılsa duymazdık. Birde Sabah ezanlarıyla hayvanları otlatmaktan gelen majgalımızın bizi uyandırdıklarında uykusuzluğun bütün mahmurluğuyla kalkar, derin uykumuz yerini, yeni bir güne bırakır, tüm yorgunluğumuz bitmiş olarak yeni güne başlardık.

Günler hızla geçer, Cuma günlerini dört gözle bekler, Karasu'yun kenarında otlattığımız öküzler dinlenirken pırıl pırıl, dup duru olan Karasu'yun oluşturduğu küçük göllerde yüzerdik. Bu gün hayal meyal hatırladığım bir ay biter, bu sefer yolumuz orakla biçeceğimiz buğday tarlalarına gelirdi.

Görüntünün olası içeriği: Abdurahman Zeynel, ayakta, ağaç, ayakkabılar, bitki, çim, açık hava ve doğa
Fotoğraf açıklaması yok.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Erzurum Olay | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0 532 414 82 11 0 538 776 25 25