• BIST 9645.02
  • Altın 2429.254
  • Dolar 32.552
  • Euro 34.8813
  • Erzurum 12 °C
  • İstanbul 20 °C
  • Ankara 23 °C

Bad-el harab-ül Basra (Basra harap olduktan sonra)

Fevzi Budak
Arapça'dan dilimize geçen "Bad-el harâb-ül Basra" denilen güzel ve nefis bir darb-ı mesel var. Sanki bu deyim, bugün yaşanılan ve yaşamakta olduğumuz vahim olaylara işaret ediyor.. Türkçe açılımıyla, "Basra harâp olduktan sonra" anlamındadır. Yani iş işten geçmiş ve olan olmuştur.. Olan ve geçenin ardından, duyulan pişmanlıkların, çekilen acıların, oluşan tahribatların, seslendirilen izdırap yüklü ah ü vahların pek fayda vermeyeceğini, ama özünde tedbir almayı da ifade eden veciz bir söylem....
 
Bu darb-ı mesel, 15 Temmuz felâketinin ve ihanetinın ardından, yıllarca "geldim geliyorum" diyen, fakat dindardır ve bunlardan zarar gelmez denilen bu cemaatin icra ettiģi korkunç tehlikeyi milletçe bertaraf edip üstesinden gelebilmiş olmamıza rağmen, olanlardan sonra, duyulan pışmanlıkların ve yapılan hatalar karşısındaki, hal ü pür melâlimizi ifâde ediyor. Bu musibete rağmen yine de iş işten geçmiş değil. Yeter ki olanlardan ders almış olalım.
 
Başta sorumlular olmak üzere, hepimiz tehlikeli gidişata karşı, göz göre göre vurdum-duymaz bir aymazlıktan neşet eden bir gaflet uykusundan uyanmış gibiyiz. Şok yaşıyoruz. Yıllarca devlet içinde yuvalanan vahşi ve sinsi çetenin baş kaldırışını hayretle ve ibretle izliyoruz. İzliyoruz çünkü, devlete, cumhuriyete ve müesses anayasal düzene yönelik bu tür sinsi ve hapis yapılanmaların varlığı genelde bilinmesine karşı, her nedense, tedbir alınmamış veya alınamamıştır. Her gün baktıgımız halde, saksideki çiceğin büyümesini farkedemediğimiz gibi....
 
Ve bıırakın tedbir almayı, aksine cemaat yapılanmalarına hep hoşgörüyle bakılmış ve sivil kitle kurumları olarak görülmüş, cemaat liderleri "kanaat önderleri" olarak takdim edilmiş ve devlet imķân ve kaynaklarından istifade etmelerine alabildığince imkân ve zemin hazırlanmıştır. Şimdi ise, nedâmet duygusuyla kusur ve eksikliklerimizi giderme gayretiyle yarışıyoruz.
 
Cemaat önderlerinin kendi kulvarların içinde etkiledikleri sade vatandaşları bir tarafa bırakalım. Devlet katlarında nasıl ve hangi hürmetkâr tavırlarla kanaat önderi kabul edildiklerine ait tipik bir anektotdan bahsetmek istiyorum. Yıl 2011... Üniversiteler Arası Kış Olimpiyatları Erzurum'da yapıldı. Kış sporlarına yönelik farklı dallarda spor tesisleri inşa edildi. İnşa edilen bu tesislerden birisi de ''Bovling Salonu" idi. Bovling sporundan haberdar olanların dışında, ülkemizde olduğu gibi, Erzurum'da da ben dahil pek çok kimsenin bu spor alanına ilişkin bilgi sahibi olduklarını zannetmiyorum. Çünkü yeni yeni tanıştığımız bir spor dalıydı.
 
Gelin görün ki, o tarihlerde olimpiyatların iş ve organizasyondan görevli ve yetkil bir il müdürü, kanaat önderi denilen bir cemaatın dinî liderine bovling salonunu gezdirmiş, salon ve sporla ilgili görüşlerini sormuştu. Bu trajik-komik olay söz ve görüntüsüyle Erzurum basın ve medyasına da yansımıştı. Hayatında hiç bovling salonu görmemiş ve bu sporu belki de televizyonlarda dahi izlememiş kanaat önderi ,salonu beğendiğini ifade eden sözleriyle il müdürüne teşekkür ve takdirlerini ifade etmişti. Bovling salonu da herhalde bu teknik (!) denetimin ardından yarışa hazır hale getirilmişti. İfâde edilen kişi temsil etmiş olduğu cemaatta dinî ve ahlâkî alanda kanaat önderl oluşuna bir itiraz mevzubahis olamaz.... Anlatılmak istenilen başka bir şey...
 
İşte, tarihçilerinin, felsefecilerinin, sosyal bilimcilerinin, özetle bilim- sanaat, spor ve bilge adamlarının hiç bir konuda kanaatlerinin sorulmadığı ve aranmadığı ülkemizde, bovling salonlarının ve sporlarının bile cemaat liderlerine sorulduğu bir zihniyetten bugünlere geldik. Şaşmamak gerekir.
 
Devletimizin kuruluş aşamasından itibaren devletin "Millî Güvenlik Konsepti" öncelikle iki tehlikeye işaret edilerek mücadele edilmesi istenilmiştir.. Bu iki tehlikeden biri siyasî etnik bölücülük, bir diğeri ise, halkın temiz din diygularını istismar eden sözüm ona dinî cemaaf ve miadi tükenmiş tarikat adı altındaki cumhuriyet karşı yapılanmalardır. Cumhuriyeti kuranlar yaşanan olaylar karşısında haklı çıkmıştır. Zira, devletimiz bugün etnik temelli bölücülük ve din duyguların istismarına ve sömürülmesi biçimindeki yapılanmaların tehdidi altındadır.
 
Cumhuriyeti kuranların ne kadar haklı olduğunu ümid ederim artık anlamayanlar da anlamaya başlamışlardır.. Pelesenk haline gelen söylemlerle sürekli biçimde, dinin dışlandığı, etnik aidiyetlerin inkâr edildiği masal ve mavallarıyla, cumhuriyete karşı algı oluşturan ve bu sebeple de devletin kuruluş felsefine itiraz edenlerin veballeri her halde ödenemeyecek kadar büyüktür. Özelikle de aydın geçinenlerin...
 
Zaten Fetulah Gülen'in mensubu bulunduğu zihniyet de netice itibariyle devletin işaret ve tespit etmiş olduğu iki ana tehlikenin en önemli halkalarından birini oluşturmaktadır. Ne yazık ki, tehlike senelerce pay-pas edilerek gözardı edilmiştir. Gülen'in kendisinin de bizatihî rahle-i tedrisinden geçtiği cemaat öğretisinde de de, devletin şu veya bu şekilde ele geçirilmesinin alenen hedeflenmiş olması, resmi-sivil her kes tarafından da bilinmektedir. Cumhuriyetin ilànıyla birlikte zamirlerinde var olan sistematik ve sofistike örgütlenme biçimiyle, devletin ele geçirebilmesi uğruna, uzun ve sabırlı bir faaliyet gösterilmiş ve tahmin edilemeyen bir gayret sergilenmiştir. Takiyye yapılarak da masumane bir irşâd ve èğitim hareketi faaliyetiymiş gib takdim edilerek hedeflerine emin adımlarla yürümüşlerdir.....
 
Fetullah Gülen'in dahil olduğu ve daha sonraki yıllarda deforme ederek, kendisine göre biçimle dirdiği ve ilham aldıği bu öğretinin felsefi sosyolijik zemini ve esası," Merkez ele geçirilirse, daire kendilığinde oluşur."paradigmasına istinat eder.. Merkez denilen devletin temel ana kurumlarıdır. Zaten bu zihniyetin "avamla" ünsiyeti ve meşguliyeti hiç bir zaman söz konusu olmamış, hedefleri "havas ve havas-ül havas" olmuştur. Eğitim kurumları vasıtasıyla hedef kitle öncelikle öğretmenler olmak üzere; polis, kaymakam, vali, üniversiteler, yargı ve kısaca devleti yöneten erk olmuştur. Öğrenciler bu meslek dallarına yönlendirilmeye çalışılmıstır.
 
Esnaf denilen taşıyıcı unsurlar ekonomik ayak olarak kullanılarak okul ve yurt binalarının inşası saģlanarak ve buralardan devşirilen gençlerle devletin ana aygıtına, yani merkezine bazan açık bir ve bazan da "hulul" etme biçiminde sarkarak, gayelerini bir iman aşkıyla realize etmişlerdir. Ve neticede de, maalasef, milletimizi derinden yaralayan böylesi acı günlere sürüklenişinin kanlı müsebibleri olmuşlardır...
 
Bir cemaat önderinin devleti ele geçirme hususunda, böylesi sinsi bir metod ve anlayışı teyid eden ve yıllar öncesinde, şu ifadeleri kullanmış olduğunu işitmiş ve hayret etmiştim. İfade şöyle: "Yemek için ağzımıza aldığımız ve devamında boğazımızdan mideye inecek gıda ve içecekler bizim irademiz dahilindedir. Ancak boğazdan geçen ve mideye inen gıda ve içeceklerin hangı organlara ne miktarda dağılımın yapılması artık irademizin dışındadır. Bizim lâik devlete bakış metod ve anlayışımız budur.''
 
Eğitilmiş nitelikli müntesiplerimiz aheste aheste devletin midesine inmektedirler. Devletin boğazından bir kez geçtikten sonra, gücümüzün ve yetişmiş elemanlarımızın hangi birimlere sirâyet edeceği, devletin iradesi ve kontrolu dışına çıkar." Evet, üzülerek ifade etsek de bugün ülkemizde yaşananlar bu anlayış ve düşünceden başkası değil..
 
Temmuz gecesinde yaşanılanlara ilışkin yazılı ve görsel medyada, yoğun geçen proğramlar izliyor ve okuyoruz. Çözüm üretemeyen malumat yüklü bilgi tektarları ve hep aynı kişilerden oluşan gruplar... Bu vesileyle de, pek çok kimseninin Fetullahçı yapılanmalara ilişkin uzmanlıklarına, ferasetlerine, ne kadar basiretli (!) olduklarına şahit oluyoruz. Be bilâderler ! Bu örgüt tarafındanTürk ordusuna ve devtete sadık vatansever memur ve yöneticilere komplolar kurulurken, hukuk ihlâllerı yapılarak acılar yaşatılırken, acaba sizler nerelerdeydiniz?
 
O günlerde; sesleri kesilen Fetullah Gülen'ın "Sadık-ı yârı ve mahrem-i esrarı" olan sahtekârların, omuz omuza yıllarca birlikte sürdürdükleri ortak ihanetlerinin bedelini ödemek yerine, samimiyetten uzak "nedàmet: içinde olduklarına ilişkin, inandırıcı olmayan riyâkârlıklarını izliyoruz. Be adamlar ! Vakt-i zamanında bu "kerameti kendinden menkul" sizler gizemli bilgilerinizi tehlike gelip çatmadan devlet ve toplumla paylaşmış olsaydınız belki de bu vahim günlere gelmemiş olacaktık. Ziya Paşa'nın ''Affeyleyelim ki belki bilmez / Bir sürçen atın başı kesilmez" sözünde ifadesini bulan bir değil, çokça sürçen sakat atlar gibisiniz. Yıllarca süren giizli örgütlenmenin açık ve gizli fail i ve şerikleri oldunuz.
 
Sadece Fetullah Gülen de değil, günümüzde işlevini yitirmiş tüm siyasî ve ekonomik örgütlenmelerin, özünde barındıran cemaat ve tarikatlerde, şeyh veya hocaya kayıtsız şartsız bir biat anlayışı hakim..."Ölünün gassala teslimiyeti gib, şeyhe veya hocaya teslimiyet" esastır. " Tayy-ı mekân, mürakabe, fenâ-fillâh-ı şeyh." gibi olağan üstü vasıflar izafe edilen bu gibi kişilere itiraz Peygamber'e ve Allah'a isyân ve itiraz olarak telâkki edilir. "Ben size şah damarınızdan daha yakınım" diye Allah'ın buyruğunun aksine , şeyhte fenâ bulmadan yanî onun varlığında "yok olma"dan Allah'a varmanın mümkün olamayacağına ait arızalı ve proplemli bir tasavvufi ve dinî anlayış zihinlerde yer etmiştir,.
 
Şartlandırılan müntesipler, şeyhinin ve hocalarının irade ve beyanları dışında bir iradeye sahip olmaları asla mümkün değil.. Fetullahçı yapılanma bu anlayışın en somut ve en tehlkeli örneği olduğu yapılan son darbe girişiminde apacık bütün dehşetiyle ortaya ssçılmıştır..Güya bu cemaat "altın nesil" ve "dindar nesil" yetiştireceklerdi. Neslinizin ülkemizi getirdiği manzara ortada.. Vay kurban olasınız bilimin aydımlık yolunda yürüyen cumhuriyetin çağdaş nesillerine ! .Hayıf ettiniz bu güzel ülkeye ve kahraman ordumuza...
 
İrdelenmesi gereken bir başka sorun da, ükemizde bunca iahiyat Fakültesi ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumlar mevcut iken, halkı din adına aldatan böylesi eçhel ü cühelâ denilen gürühün peşinde gidilmesi hakikaten hâzin bir manzara...İslâmın şartı beş olarak kabul edilir ama, halk irfânıyla haddini bilmek de altıncı şart olarak olarak ilâve edilir ve hadlerini aşanlara hadlerinin bildirilmesi telkin edilir. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de de, "Allah, hadlerini aşanları sevmez" denilmektedir. Devleti ele geçirmek saikiyle hareket eden ve devletimize baş kaldıran, onarılamalsı telâfisi haylı güç bedeller ödeten bu yapıya mensup ve hadlerini aşan gerçek suçlulara hukuk içinde ve adalet önünde hadleri elbetteki bildirilmelidir Varsa måsum olanların da haklarının korunacağından da emin olmak isteriz...
 
Sonuç olarak yaşanılan ve atlatılan tehlike tarihimizin en büyük felâketi olmuştur. Başta ordumuz olmak üzere, devletimizin bütün kurumlarıyla sarsıldıği tarifsiz bir süreç yaşanmıştır. İster şöyle; ister böyle kandırımış ve aldatılmış olalım. Böylesi bir musibetin tekrar etmemesinin çıkar yolu şudur: İşevini yitirmiş cemaat ve tarikatların her ne adına olursa olsun, devlet yönetiminden uzak tutulmasııdır., Dinî inanç özgürlüğünü teminat altına alabilmiş lâik karekterli devlet ve bilimsel çağdaş bir eğitim anlayışına sarılmak sarılmak...Gün top yekün birleşme günü... 
 
Başkaca çıkar yol varsa beri gelsin...
 
Büyük düşünür Muhammed İkbâl önemli bir tesbit yaparak şöyle diyor.."Bütün islâm ülkeleri var olan değerlerimizi tüketirken; Cumhuriyet Türkiyesi her geçen gün değerlerimize yeni değerler katmakta..." Bu cümlelerden hareketle; öyle ise, cumhuriyetimizin temel değerlerine sarılarak yolumuza devam, her halükàrda en sakıin ve en isabetli yolumuz olur...
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Erzurum Olay | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0 532 414 82 11 0 538 776 25 25